Türkiye’nin Bozkırı’ndan Orta Asya bozkırlarına; oradan Afrika’nın sıcağına ve nihayetinde de kuzeyin serin memleketi, yeşilin diyarı İsveç’e uzanan bir maceranın başrol oyuncusu Gazi Murat Karadağ. Ona sorduğumuz 10 soruyla kendisini daha yakından tanıma fırsatımız oldu.
A: Öncelikle hoş geldiniz diyorum ve aynı zamanda teşekkür ediyorum bu sohbetimiz için.
G.M: Ben teşekkür ederim.
A: Biraz kendinizden bahseder misiniz? Gazi Murat Karadağ kimdir?
G.M: Ben Gazi Murat Karadağ. 1973 Yozgat Akdağmadeni doğumluyum. 1991 yılında imam hatip lisesini bitirdim. Daha sonra 3 yıl Zaman Gazetesi temsilciliği ve arkasından da bir yurtta belletmenlik yaptım. Aynı zamanda dershane gibi işlerle iştigal ettim. 1993 senesinde Kazakistan’a belletmen ve öğrenci olarak gittim. Üniversiteyi orada okudum. İngilizce bölümünden mezun oldum. Arkasından orada 8 yıl çalıştım. Toplamda 13 yıl Kazakistan’da kaldım. İngilizce öğretmeniyim. İngiliz dili ve edebiyatı dalında master yaptım. Arkasından doktora yapmaya başladım ama yarım kaldı. 3 oğlum var. Üçü de Kazakistan’da doğdu. 2006 yılında ailecek Batı Afrika ülkesi Benin’e taşındık. 6 yıl Benin’deki Ufuk Eğitim Kurumlarının kurucu genel müdürü olarak görev yaptım. Arkasından 2012 yılında Senegal’e gittik. Yavuz Selim, Eğitim Kurumlarında 5 yıl boyunca idareci olarak görev aldım. Yaşadığımız sürecin Afrika’ya yansımasıyla 2017 yılı mart ayında İsveç’e gelmek zorunda kaldık.
A: Şu an nelerle meşgulsünüz? Günler nasıl geçiyor?
G.M: İsveç’te dördüncü yılımızı bitirdik. 3 yıldır çalışıyorum. Behandlingspedagog olarak çalışıyorum. Aynı zamanda bu işin eğitimini(utbildning) alıyorum. Onun dışında taksi ehliyeti aldım. İngilizce öğretmenliği için gerekli ekstra dersler vardı. Onları tamamladım. Öğretmenlik sertifikası(legitimation) için başvuru yaptım. Onun sonucunu bekliyorum.
A: Üçüncü soruyla devam edelim o zaman. Ülkeye geliş hikayeniz nasıl oldu? Mesela İsveç’e gelme fikri nereden çıktı. Nasıl geldiniz? Yolculuk nasıl geçti?
G.M: Yani benim Amerika vizem vardı. Ailemde eşim ve çocuklarımın ise vizeleri yoktu. Senegal’de okulların Maarif Vakfı’na devredileceği resmi olarak bildirilince Senegal’den deport edilme riskiyle karşı karşıya kaldık. O riski almamak için de güvenli bir ülkeye geçmek üzere harekete geçtik. Öncelikle birkaç defa vize alma girişiminde bulunduk. Ama hepsi de başarısız sonuçlandı. Öyle olunca vize almadan gelebileceğimiz bir Avrupa ülkesi şansını denemek istedik. Bunlar içerisinde güzergah olarak en uygunu İsveç’ti ve buraya geldik. Çok büyük bir macera yaşamadık ama çok hızlı bir şekilde, iki günde ülkeye terk edeceğimiz ve buraya geleceğimiz netlik kazandı. Hızlıca toparlandık. Eşyalarımızı, işimizi bıraktık. Sadece birer valizle düştük yollara. Geleceğimiz de kesin olmadığı için sadece bir valizle sanki tatile gidiyormuş gibi hareket ettik. Uçağa bindikten sonra kendimiz de yaşadıklarımıza inanamadık. Ama büyük bir rahatlama oldu. Yola çıktığımız o gün de küçük oğlumun doğum günüydü. Böyle bir yolculuk ona sürpriz gibi şey oldu. Yani yeni yaşına girerken hayatında çok önemli bir değişiklik oldu. Daha önceden İsveç’le ilgili çok ciddi bir bilgimiz yoktu. Çok da araştırmadım da. Hatta çok soğuk olmasından ziyade, toplumsal özellikleri çok da ilgimizi çekmiyordu. İngilizce, Fransızca konuşulan bir ülke bizim için daha cazipti. Çocuklarım Fransızca eğitim almıştı. Ama o ülkelere gitme şansımız olmadı. Belçıka’yı denemiştik. Vize alamadık. Fransa da olmadı. Böylelikle İsveç’e gelmiş olduk.
A: İsveç’e geldiğiniz ilk günlerde neler hissettiniz? Şimdi yeni bir coğrafyada, yeni bir kültürdesiniz. Yani yıllardır siyah insanı görmeye alışkın gözler bir anda sarı ve beyaz insanları görüyor. Sıcak bir iklimden soğuk bir iklime geliyorsunuz. Bir anlamda zıtlıkları yaşıyorsunuz. Peki bu sizde ne tür duygular oluşturdu?
G.M: Havaalanından itibaren sıcak bir karşılama oldu. Soğuk İsveç ikliminin tam aksine sizin de dediğiniz gibi İsveçlilerin çok sıcak ve samimi davranışları, sempatik yaklaşımları bizleri etkiledi işin doğrusu. Başta havaalanında bir mülteci değil de sanki bir misafir gelmiş gibi karşılandık. Kendimizi çok iyi hissettiren bir duyguydu bu. Arkasından kaldığımız kampta da bizlerle yakından ilgilendiler. Kamp yerinden kalacağımız yere geldiğimizde bir araç bizi bekliyordu. Alışverişimiz için bizi markete götürdü. Arkasından yerleşeceğimiz yere götürdüler. İrtibatta olduğumuz insanların çoğu sempatik, güler yüzlü olduğu kadar yardımseverdi de. Hikayemizi öğrenince gözleri dolan insanlardı. Ön yargıları olmayan, sizi olduğunuz gibi kabul eden, belki olumsuz tecrübeler bile yaşamış olsalar da, mülteciler adına her bireyi, her insanı farklı değerlendirip sizi tanımaya çalışan ve tanıdıkça da sizi kabul eden insanlar… Onlarda bir önyargı olmadığını fark ettik. Ya da çok iyi niyetli olduklarını müşahede ettik. Geçtiğimiz 4 yıl içerisinde gözlemlerimiz hep bu şekildeydi. Özellikle kuzeyde yaşıyor olmamızın da bunda etkisi olabilir. Buradaki insanlar yabancılara karşı daha sempatik, mülayim, daha yardımsever ve daha yakınlık kuran insanlar. Aynı zamanda aramızda güven ilişkisi kurabildiğimiz güzel insanlar… Bu, bizi mutlu ediyor. Gerçekten kalben seviyoruz İsveçlileri ve İsveç’i.
A: Peki, ilk günler geride kaldı ve artık yavaş yavaş ülke ısınmaya başladınız. Yeni bir ülkeye geldikten sonra belki birçok insan için entegrasyon, sıkıntılı bir süreç. Başta dil olmak üzere siz bu entegrasyon sürecini nasıl geçirdiniz? Neler yaptınız?
G.M: Yani biz ailecek eşim ve ben yaklaşık 25 yıldır yurt dışında Türkiye’den uzakta yaşadığımız için bizim için İsveç yeni bir entegre olunacak ya da yabancı bir ülke konumunda değildi. Sanki diğer çalıştığımız ülkelerden biri gibiydi. İlk 3 ay kısmen zorlandık sistemi çözümlemek için. İşte efendim otobüs kartı, trafikte gidiş geliş vb. Yani sistem algılama noktasında ilk 3 ay biraz alışma süreci yaşadık. Onun dışında entegrasyon noktasında ailecek çok zorluk yaşamadık. Şehirden çok uzak bir kampta kalıyorduk. Geldiğimiz yılın yaz tatilinde büyük bir şehir olan Umeå’ya gittik ailecek. Orada ben pizza dağıtma işine başladım. Kısa süre de olsa para kazandım. 2-3 ay kazandığım parayla orada kaldığımız evin kirasını ödedik ve bir araç satın aldık. Ayrıca tatil yaptık bu güzel şehirde. Yavaş yavaş ülkeyi çözmeye başladık. Ülkeye kısa sürede alışmamızın avantajlarından biri de ikinci bir yabancı dil biliyor olmamız olabilir. Bilhassa İngilizce bilmek önemli bir avantaj. Kısacası çok olağanüstü zorlandığımı söyleyemem. Yani burada çok uzun yıllar yurt dışında, farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde yaşamış olmanın bizim için entegre adına kolaylıklar getirdiğini düşünüyorum.
A: Aradan 4 yıl geçmiş. Peki gelecek planlarınız neler, gelecek için ne düşünüyorsunuz? Yani kısa ve uzun vadede diyelim. Tabii ki insan ömrünün ne zaman biteceği belirsiz ama en azından her insanın geleceğe dair planları vardır. Siz ne düşünüyorsunuz?
G.M: Kısa vadede planlarımşöyle oldu. Buralara gelir gelmez kendime bir akademik plan yapmıştım. 2 yıl zarfında İsveççe kurslarını bitirmeyi hedeflemiştim. Branşımız İngilizce öğretmenliği. Meslekle ilgili gerekli dökümanları sağlamak için uğraştım. Legitimation(sertifika) a başvurduk. Onun sonucunu bekliyoruz. Legitimation aldığımızda iş bulursak kendi branşımızı yapabilecek konuma erişmiş olacağız. Artı olarak taksi ehliyeti aldım. Bu alanda ekstra bir iş olanağı olabilir. Yani bunu ikinci bir iş olarak düşündüm. Şu an behandlig pedagog olarak bir merkezde 3 yıldır çalışıyorum. Özellikle bakım ve insan sağlığı çok geniş bir sektör İsveç’te. Özellikle sosyal devlet anlayışının olduğu ülkelerde insanlar beşikten mezara kadar devletin güvencesi altında oldukları için her yaşta bakım sağlanıyor. Her türlü bakıma ihtiyacı olan insanların bütün bakımları devlet tarafından karşılanıyor. Maximum ve mükemmel bir şekilde karşılanıyor. Sosyal hizmetlerde çalışmak isteyenler için bu alan oldukça geniş bir yelpazeye sahip. Hem maddi gelirimin artması olarak hem de işimizi profesyonel yapma adına bu işin eğitimini almaya karar verdim. Bu, 2 yıllık bir eğitim. Onu tamamladığımda resmi olarak sosyal pedagog olarak Avrupa, Kanada, Amerika da çalışabilecek statüye erişmiş olacağım. Yani kısa vadede bunları hedeflemiştim kendime. 3 tane farklı meslek alanı: öğretmenlik, taksi şoförlüğü ve sosyal pedagog. Ülkenin kuzeyinde yaşıyoruz. Çok güzel insanlara ve doğaya sahip ama imkanları ve sosyal hayatı da çok sınırlı olduğu için artık biz de güneyde büyük bir şehre taşıma ihtiyacı duyuyoruz. Helsinborg’yi hedefledik kendimize. Buraya taşınacağız inşallah önümüzdeki yıl itibarıyla. Orada iş bulup orada çalışmaya devam etmeyi düşünüyorum. Bu da ikinci, belki orta vadede planımız. Uzun vadede ise İsveç vatandaşlığını alabilirsek İsveç vatandaşı olduktan sonra Allah nasip eder ve yeniden hizmet etme fırsatı olursa – Afrika, dünyanın farklı coğrafyaları ya da İsveç olur fark etmez- hizmet edebilme, Hizmet’le Iştigal etme duygu düşüncemiz var. Ama bu ne kadar gerçekleşir, bize ne kadar iş düşer onu bilemiyorum. Avrupa’daki insanların yaşam tarzları, hayata bakışları, insani erdemleri, erdemlerdeki yüksek standart, yüksek kalite bizi çok etkiliyor. Bundan dolayı hayata bakış açımız çok değişti. Bunları da ileriki hayatımızdaki tecrübelerimizde kullanmak isterim. Çünkü bir toplum düşünün ki insanları dürüst, evrensel değerler ön planda, şeffaf ve hesap verilebilirlik ilkesiyle yaşıyor. Onlar bu ilkelere göre hareket edebiliyorsa bizler de buradaki kurumlarımızda ve hayatımızda bu özelliklere sahip olmalıyız. Bunu önemli buluyorum. Yeniden Allah nasıl bedelle hizmet etme imkanı bahşederse olabildiği kadar şeffaf ve Muhammed-i ruhla emrolunduğun gibi dosdoğru olma ilkesiyle hareket etme…Bunu ne kadar başarabiliriz bilmiyorum. Böyle çalışmayı düşünen insanlar olursa onlarla omuz omuza yeniden hizmet etmek isterim.
A: Biraz da işinizin dışındaki vakitlere geçelim. Boş zamanlarında Murat Karadağ ne yapar? Aslında boş zaman diye bir şey yoktur. Daha doğru bir ifadeyle işten arta kalan vakitlerinde ne yapar?
G.M: Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde işten arta kalan vakitlerim hep okumakla eğitimle, kurslarla ve ödev yapmakla geçti. Şu anda da öyle geçiyor. Mesela dün çalıştım. Bugün, yarın ve pazar günü boşum. Ama bu 3 gün boyunca ödevlerim var ve onları bitirmem gerekiyor. Okumam gereken kitaplar ve metinler var. Sonra yazmam gerekenler var. Yani onları bitirmek zorundayım. Günler genel itibariyle hep böyle geçti, geçiyor. İsveç hayatımda ya çalıştım ya okudum ya da eğitim aldım. Şu sıralar aldığım derslerden bir tanesi psikoloji. Çok ilgimi çekiyor doğrusu. Kısacası okumadan yapamıyorum. Ben muhtemelen bu eğitimleri bitincede yeni bir eğitim almak için herhalde yine okuyacağım. Yeni bir şey daha öğrenmek için yeni bir eğitim alanı bulurum diye gibi geliyor bana. Boş zaman kalınca kendimi çok huzursuz hissediyorum. Bir şeyler araştırıp okumak benim için keyif verici. Ama onun dışında işte dernek faaliyetleri vardı. Kısmen katıldığımız toplantılar işte şeyler vardı, onlarla iştigal ettik. Etrafımızda Türkiye’den gelen arkadaşları ziyaret etme, ailelerin ihtiyaçları için işte değişik. girişimlerde bulunma gibi faaliyetlerle de meşgul olduk. Kamplardaki arkadaşları gidip ziyaret etme gibi programlarımız da vardı. Geçen yıllarda o sıralarda uzun seyahatler yaptık. Ayrıca bisiklet sürmeyi seviyorum. Maalesef sporla pek aram yok. Yürümeyi de severim. Çok geç saate kadar çalışmıyorsam mutlaka yemekten sonra eşimle yürüyoruz. Yarım saat- 45 dakika kadar. Spor olarak kabul edeceksek yürümeyi bir spor olarak yapıyorum.
A: Başınızdan geçen ilginç bir olay var mı? Tabii ilk etapta insanın aklına gelmesi zor olabilir. Sizi böyle etkileyen bir şey varsa kısaca bize anlatır mısınız?
G.M: Beni etkileyen deyince direkt çağrışım yapan bir hadise var. Biz kampta kalırken 2017’nin yaz tatilinde Umeå’ya gitmeyi planladık. Büyükşehrin şartlarını, imkanlarını araştıralım istedik. Orada yaz boyu kalabileceğimiz bir ev kiralamaya karar verdik. Blocket internet sitesinden başvuru yaptık ve ev sahibiyle irtibata geçtik. Ev sahibi güvenlik biriminde çalışan birisi. Eşi Filipinli olduğu için yaz tatiline Filipinler’e gideceklermiş. Bir aylığına evi kiraya vereceklermiş. Ev sahibi adamla anlaştık. Ev ağzına kadar eşya sanki. Cam vazolar, çiçekler, çocukların eşyaları, kıyafet dolapları ve oyuncaklar. Evi olduğu gibi bu şekilde bırakıp gitmeyi düşünüyorlardı. Kiralama işlemleri bittikten sonra bize evi gösteriyor. Bize burada şunlar var, bunları kullanabilirsiniz, büyük kızım kıyafetlerin kullanılması noktasında biraz hassas, onları kullanmasanız iyi olur ama diğerlerini kullanabilirsiniz. Oyuncaklar kırılabilir, hiç sorun değil. Yani eşyaların hepsini kullanabilirsiniz gibilerinden şeyler söylüyor. Adamdaki bu rahatlık beni çok şaşırtmıştı. Tabii ben düşünüyorum, bazı kıymetli eşyalar ya da kendine göre şunları kullanmayın, bunlara dokunmayın, bunlara zarar gelmesin ya da bunları şuraya koyacağım, gibi uyarılar bekliyorum. Yani hiç tanımadığı bir mülteci aile. Kimsin belli değil. Bunlar hiç umurunda değil adamın. Adam tereddütsüz bir şekilde imzayı attı. Kontratı anahtarı bize verdi. Ben çok şaşırmıştım. Örneğin bizler evimizi bırakın tanımadığımıza, tanıdığımız bir arkadaşa bırakacak bile olsak aynı rahatlık bizde olur mu bilmiyorum. Muhtemelen bazı eşyaları zarar görmesin diye yatak odasına kitlerdik. Adamın bütün evini yani hiç endişe etmeden bize teslim etmesi çok ilginçti benim için.
A: Bildiğim kadarıyla siz 2014’ten beri Türkiye’de değilsiniz. Türkiye hakkındaki düşünceleriniz neler? Gelecek adına neler olabilir? Sizin perspektifinizden Türkiye’yi yorumlar mısınız?
G.M: Yani benim baktığım yerden Türkiye, prematüre doğmuş bir Cumhuriyetin prematüre bir toplumu oluşmuş. Maalesef demokrasisi de prematüre. İşte bundan dolayı oksijen çadırından çıkamayan bir Cumhuriyet, bir demokrasi var Türkiye’de. Böyle bir toplum içerisinde neşet ettik, çıktık ama hani buradan baktığın zaman da iflah olmaz bir toplum görüyorum şimdilerde. Eğitimden, kendini geliştirmeden ve ahlaki erdem değerlerinde gittikçe uzaklaşan bir toplum var. Toplumu yücelten ve ayakta tutan nerdeyse bütün değerler sıfırlandı. Düzelmesinin de çok uzun yıllar alacağını düşünüyorum. Bir Türkiye var benim için. Yani yönetim şekli, idarecilerin kim olduğu, şu anki sistemin ne olduğu çok da ilgimi çekmiyor doğrusu. Tencerede kaynayan sütün üstündeki kaymak da süt oluyor. Çok çağın dışında kalmış ve sürekli hamasi söylemlerle, çok hissi duygularla çok kolay manipüle edilebilen bir toplum var. İmkânı olan insanların yurt dışına çıkmasını isterim. Özellikle sevdiğim, değer verdiğim, insanların böyle bir ortamdan uzaklaşmasını isterim. Özellikle ebeveynlerin çocuklarını şu anki Türkiye ortamında yetiştirmelerini istemem. Sonuçta tamamen dünyadan uzaklaşan, kopan bir Türkiye görüyorum. Yani hızla ters istikamete doğru giden bir ülke. Nereye kadar gider, nerede durur bilemem ama geldiği noktadan dünya toplumlarını yakalaması için belki gidiş hızının 5-6 katı daha hızlı gelmesi lazım ki bu tarafa yetişebilirsin. Dünya çok hızlı bir şekilde değişik bir formata bürünüyor. Önceleri global diyorduk. Şimdi global kelimesi de sıradan gelmeye başladı. Ne bileyim, dijital teknolojinin, dijital hayatın her şeyi kapsadığı, çocukların artık okula giderken defter kalem ihtiyacı duymadığı bir coğrafyada bunları yaşıyoruz, gözlemliyoruz. Çok ileri teknolojilerin kullanıldığı, yapay zekanın birçok alanda yer aldığı bir dünyadan bahsediyoruz. Diğer tarafta da bir arabanın kolunu bile yapamayan Türkiye’den bahsediyoruz. Umarım bir gün dünyanın başka bir yöne gittiğini fark ederler İnşallah bir yerde durur ve geri dönme eğilimi gösterirler. Gelişmiş dünyanın tam tersi bir istikamette giden Türkiye’yi görüyor olmak çok üzücü. Ayrıca çok üzücü bir şey de çok sevdiğim, değer verdiğim insanların tutuklu hapis olması. Onların maruz kaldıkları mahrumiyetlere ve zulümlere üzülüyorum. Bu yaşanılanlara sessiz kalan toplumun da ekonomik ve yönetimsel olarak zor günleri hak ettiğine inanıyorum. Toplumun kendi genlerinde, kendi ahlaki erdemlerinde çalmak-çırpmak, başkalarının yaşantısına musallat olmak, başkalarının namusuna göz dikmek, başkalarının kazançlarına göz dikmek, iftira atmak gibi şeyler kazanç olarak sayılıyorsa böyle bir toplumdan çok beklenecek bir şey yoktur. İflah da olmazlar. Çok ümitli de değilim maalesef. Evet, gerçekten ümitvar olmak isterdim ama maalesef hiçbir ümit kalıntısı yok benim için.
A:Peki, o zaman son soruyla bitirelim. Bu ülkeye yeni gelen arkadaşlarımıza ya da şu an ülkede birkaç yılı geride kalmış insanlara tavsiyeleriniz, önerileriniz neler? Neler yapsınlar?
G.M: Öğrenmek için, yeni bir eğitim almak, yeni bir kariyer yapmak için ve hayatın içerisinde farklı bir sektörde çalışmak için yaş herhangi bir yaş sınırı yok. Çalıştığım kuruma güvenlik sorumlusu olarak birisi geldi. 53 yaşındaki bu adam uzun yıllar Afganistan’da büyükelçilikte koruma görevi yapmış. Yakın koruma askeri görevler yapmış. 52 yaşına kadar farklı branşlarda 8 eğitim almış. Bugün itibariyle bizim kurumun güvenliği ile alakalı yeni bir eğitim alıyor. Dokuzuncu eğitimini alıyor yani. 5-6 yerden distans eğitimler alıyor. Bu yaşında öğrenmeye, farklı işler denemeye devam ediyor. Çünkü bu toplumda bu gibi şeyler çok yaygın. İş alanı değiştirme, yeni meslek öğrenme ve bunun eğitimlerini alma birçok insanın yaptığı şeyler. Ama Türkiye’de böyle şeyler göremezsiniz. Bizde üniversiteyi bitirdikten sonra sadece bir meslekte devam etme eğilimi vardır. İsveç’te ise Insanlar değişik deneyimler yaşamak istiyorlar. Ben de buralara gelenlere mevcut branşlarını yapma ihtimallerinin çok düşük olduğunu düşünüyorlarsa farklı iş kollarını denemelerini tavsiye ediyorum. Örneğin, bir avukat, savcı ya da bir hakim geldi bu ülkeye. Buralarda avukat, hakim ve savcı olabilmeleri için makul bir süre en az 7-8 yıl. Bu benim düşüncem. Tabii bu süre çok kısa da olabilir. Ama yani iyi bir seviyede İsveççe öğrenme, kanunları, kitapları, metinleri anlayacak seviyeye gelmek için çok büyük efor sarfetmek gerekir. Ben buralarda kendi branşımda öğretmenlik yapabilecek bir konuma 4 buçuk yılda gelmiş oldum. Mesleğimin yanına iki meslek de ekledim. Şimdi bir dördüncüsü olarak Administrative mesleğini eklemeyi düşünüyorum gelecek adına. Arkadaşlar da daha önceden ilgi duydukları alanlarda eğitimler alarak farklı meslek branşlarıyla hayatlarına devam edebilirler. Ne iş yapacaklarsa -örneğin aşçılık gibi- mutlaka eğitimini almalılar.