Merhabalar, bugünkü söyleşim, benim için ayrıca özel.. Herkes, kendi içinde farklı tecrübeler yaşadı, yaşıyor gurbette. Her yaş grubunun kaygıları, mücadelesi başka başka oldu. Sina’da sevdiğim bir arkadaşımın oğlu, sağolsun kırmadı kabul etti. 17 yaşındayken, lise 3 ’teyken okulu bırakmak zorunda kalıp İsveç’e geliyor şu anda 21 yaşında ve bizimle 4 yıllık serüvenini paylaşacak. Aramızdaki tüm gençler benzer şeyler yaşıyor, sabredince de inanılmaz sonuçlar çıkabiliyor..
Ben, öncelikle arka planda çocuklarına destek olup ortam hazırlayan, güven veren, onlarla birlikte tüm kaygıları göğüsleyen tüm anne babalara da en içten sevgilerimi gönderiyorum..
Kendinden biraz bahseder misin?
Merhabalar, benim adım Sina, 21 yaşındayım ve dört senedir İsveç’te yaşıyorum. Kraliyet Teknik Enstitüsü (KTH) Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği’nde (Civilingenjörsprogrammet i datateknik) ilk senemi okuyorum. Müzikle uğraşmayı, programlamayı ve grafik tasarımı yapmayı seviyorum.
4 yıl önceki Sina’yı karşına alsan ona bir cümle ile ne söylemek isterdin?
‘Yıl kaybını kafana takma kanki, dişini sık seni güzel bir gelecek bekliyor.’
Türkiye’deki okulunu kaçıncı sınıfta bıraktın? Burada kaçtan devam ettin? Sene kaybın oldu mu?
Türkiye’de okulu lise 3 ’te, yani diplomayı almama bir sene kala bırakmak durumunda kaldım. Bir lise diplomamın olmaması burada önemli bir ayrıntı; çünkü diğer pek çok ülkede yürütülen sistemin aksine İsveç’te kendi vatanınızdan getirdiğiniz bir lise diplomanız olmadığı takdirde hiç lise okumamış gibi ele alınıyorsunuz. Bu sebeple de burada toplamda üç sene süren liseye baştan başlamak durumunda kalıyorsunuz. ‘Talihsizlikler’ bununla da kalmıyor tabii ki, çünkü liseye İsveççeniz olmadan başlayıp başarıyla bitirmeniz imkansız olacaktır (IB okullarını saymazsak).
Bunun için bir sene de liseye hazırlayan bir dil okulunda okudum. Türkiye’deki eski sınıf arkadaşlarıma kıyasla şu an 3 sene gerideyim, ancak buna asla bir kayıp olarak bakmıyorum (ilk sene şokunu göz ardı edersek tabii).
Kayıp olarak bakmamamın ise birkaç sebebi var. Bunlardan biri İsveç’te eğitim kalitesinin ve iş imkanlarının Türkiye’ye nazaran daha üstün olması. Şu anda okuduğum bölüm dünya çapında ilk 50’de yer alırken; bütün öğrencilerin nefret ettiği o üniversiteye geçiş sınavları ile, ilk 500’e bazen girip bazen çıkan, hedefimdeki Boğaziçi Üniversitesi’ne belki giremeyecektim bile. Bunun haricinde İsveç yüzlerce dünyaca ünlü şirkete sahip ve iş imkanları da haliyle daha fazla. Kayıp olarak bakmamamın bir diğer sebebi ise yeni bir dili ve kültürü yakından öğrenmiş olmam. Bunların bir insanın hayatına şahsen büyük ölçüde kalite kattığını düşünüyorum. Refah seviyesinin yüksek olduğu bir yerde yaşıyor olmak da bu sebepler arasında yer alıyor tabii ki.
İsveç’e alışma ve dil serüvenin nasıl geçti? Üniversiteye kadar geçirdiğin okul döneminden kısaca bahseder misin?
İsveç’teki ilk günlerimde dili öğrenmeye Duolingo ve benzeri uygulamalarla başladım. Okul sezonu başladığında ise benimle hemen hemen aynı zamanlarda gelen yeni Türk arkadaşlarımla SPRINT (Språkintroduktion) dil okuluna yazıldım. Oldukça rahat ve keyifli geçen bir seneydi. Ayrıca dünyanın birçok yerinden gelen arkadaşlar edindim, yollarımız ayrılmış olsa da hala görüşüyoruz.
Sene sonunda yapılan sınavı başarıyla geçtikten sonra ise liseye geçme hakkı kazandık arkadaşlarımla beraber. Arkadaşlarımla aynı liseye girdik ve üç sene daha beraber okuduk. Dilimiz doğal olarak yetersizdi lise seviyesi için, o yüzden başlarda başımız çok ağrıdı. Sınavlara cümleleri anlamadan ezberleyerek girdiğimiz bile oluyordu. Tabii bu durum günden güne değişti. Biyoloji, kimya, fizik, sosyal bilgiler vs. gibi dillerden birçok kelime, bilimsel raporlar veya makaleler yazarken de nasıl cümle kurulur öğrendik, grup çalışmaları yaparak da pratik yapmış olduk; dolayısıyla dilde epey gelişme gösterdik.
Ben şahsen (bu bir tavsiye değil) ilk senemden sonra bir daha dil bilgisi kitabı açmadım, ya da kitap okuyarak veya film izleyerek dili öğrenmeye çalışmadım; bunun yerine derslerimden A almak için sıkıca çalışmak ve okuldaki arkadaşlarımla konuşmak benim için dil öğrenmek açısından yeterliydi.
Unutamadığın anıların varsa o günlere ait anlatabilir misin?
Ben ve benimle aynı kaderi paylaşan Türk arkadaşlarım, lisenin ilk senesinde İsveççemizin yetersizliğinden dolayı mümkün olduğunca öğretmenlerle göz göze gelmemeye çalışıyorduk, hatta saklandığımız bile oluyordu. Hee kötü bir şey yaptığımızdan da değil, sadece stres faktörü. Tabii sonraki aşamalarda öğretmenlerimizle dost bile olduk. Bu yaz bir öğretmenimizle üç kez buluştuğumuz bile oldu.
Hatta eski okulumu ziyaret edip eski öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı görme planı da aklımın bir köşesinde.
İsveç’e ilk geldiğin günlerle şuanki durumu kıyaslasan, 4 yıl sonrasında şuanda bulunduğun konumu hayal eder miydin? Gerek üniversite olarak, gerek dil gelişimi ve sosyal anlamda..
Her ne kadar başlarda yıl kaybından dolayı içten içe canımı sıksam da kendimi üniversite olarak şu an bulunduğum konumda hayal etmekte hiçbir zaman zorlanmadığımı söyleyebilirim. Uğraştım, çabaladım ve hakkettiğim yere geldim diye düşünüyorum.
Dil ve sosyal alanda da kendimi hemen hemen bu konumda hayal ediyordum. İsveççede, anlamada ve kendimi ifade etmede zorlanmıyorum, fakat doğal olarak bir İsveçli İsveççesine de henüz sahip değilim. Makale yazma ödevlerinde örneğin, kaliteli bir yazı bırakmak için ekstra efor sarf etmem gerekebiliyor, ya da sözlü sınavlar, seminerler bir tık daha stresli geçebiliyor.
Ama yine de hala daha gelişme aşamasında olduğumu bildiğim için halimden memnunum. Okulda sosyal konumumu da seviyorum. Herkes oldukça arkadaş canlısı ve eğlenceli. Fakat bazen arkadaş ortamında ettiğimiz muhabbetlerde aklıma gelen anlık İsveççe esprilerini zamanında yetiştiremediğim için üzülüyorum. Onu da zamana bıraktım artık…
Üniversite seçiminde kararsızlıklar yaşadın mı, şu anda memnun musun? Neden bu bölümü ve okulu seçtin? Tavsiye eder misin?
Bu biraz klişe olacak belki… Ama çok küçük yaşlarımdan beri teknolojik gelişmelere, bilgisayarlara, bilgisayar oyunlarına ve programlarına karşı büyük bir ilgim vardı. İlk başlarda, büyük ihtimalle mesleğin içinde ‘bilgisayar’ kelimesi geçtiğinden, büyüyünce bir bilgisayar mühendisi olmak istediğimi söylerdim hep herkese. Kesin kararımı dört-beş sene önce Türkiye’de lise okurken vermiştim ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nü hedeflemiştim, ancak o zaman da bu isteğimi sağlam sebeplere dayandırdığım söylenemez. İsveç’te ise, binlerce YouTube videosu ve satın aldığım birkaç adet Udemy kursu üzerinden programlamayı az buçuk öğrendim ve bunun üzerine bu bilgilerimi pekiştirmek adına kendi çapımda küçük deneyler, projeler ve oyunlar yaptım. İşte tam bu sıralarda ‘Ben bu meslek için yaratılmışım.’ dedim.
Okula başladın hayırlı olsun! Nasıl gidiyor? Ortam, ilk farkındalıklar, arkadaşlıklar vs biraz bahseder misin?
Bunlar hakkında derinlemesine yorumlarda bulunmak için belki biraz erken, sonuçta 1-2 aydır üniversiteliyim; ama en azından ilk izlenimlerimden bahsedeyim. KTH’da dersler başlamadan önce iki haftalık sıradan bir ‘oryantasyon programı’ olduğunu sandığımız bir program ayarlanmıştı. İlk başta katılmakta tereddüt ettiğim bir programdı açıkçası, ama en azından ilk gün gidip göreyim dedim. Ve sanırım o ilk günü gördükten sonra bir dakikasını bile kaçırmadım o programın… Öylesine dolu dolu, öylesine eğlenceli, öylesine heyecanlı ve öylesine orijinal fikirlerle bir program oluşturmuşlardı ki, her gün sabahtan neredeyse gece yarısına kadar süren o programda biz yeni öğrenciler olarak kendimizi bambaşka bir dünyadaymışız gibi hissediyorduk. ‘Mottagning’, ‘inspark’ ya da ‘nollning’ olarak adlandırılan İsveç kültürünün işlendiği bu programda, yeni öğrenciler eğlenceli yoldan çömez muamelesi görüyor ve ‘ettan’ (yani birinci sınıf) olmak için zorlu(!) bir yoldan geçiyor. Onlarca aktiviteleri (içerikten bahsedemeyeceğim çünkü bu yeni öğrenciler için sürpriz olmalı, buna söz verdirdiler; hem anlat anlat bitmez) bölüm arkadaşlarımla yaparken ve bu süreçte hep beraber gülüp eğlenirken de otomatikman birçok arkadaşım olmuş oldu. Hem de üniversitede arkadaş bulmakta zorlanacağımı düşünürken. Şimdi dersler başladı ve grup çalışmaları ile uğraşıyoruz. Bunun haricinde birbirimizin anlamadığı noktalarda yardımlaşıyoruz, çünkü bölümümüzde tempo çok hızlı ve bazı ayrıntıları kaçırmak oldukça muhtemel. Arada sırada öğrenci birliği aktiviteler düzenliyor ve derslerden biraz olsun uzaklaşmak için arkadaşlarla beraber onlara katıldığımız oluyor.
Üniversiteye başlayacak olanlar için tek söyleyebileceğim şey mutlaka ama mutlaka üniversite öncesi oryantasyon programına katılın. Arkadaşlarımdan duyduğum ve anladığım kadarıyla bütün üniversiteler bu kültürü bizim KTH’da gördüğümüz gibi uygulamıyor ne yazık ki, ama yine de kesinlikle hiç katılmamaktan iyidir ve eminim ki gitmeye değerdir.
https://www.instagram.com/isvecteegitimse/ |