Kübra hanım, İsveç’te çalışan bir ana okulu öğretmeni arkadaşımız. Onun hikayesi üzerine konuştuk.
Oturum alma sürecinizi ve bu süreci nasıl değerlendirdiğinizi anlatır mısınız?
Evet! İsveç Göç İdaresi (Migrationsverket) İsveç’e geldikten 21 ay sonra ret kararı verdi. Ama bu ret kararından tam 14 ay sonra da dosyamız olumluya çevrildi. Yani, yaklaşık 3 yıl beklemiş olduk oturum haberini.
Benim dil öğrenme maceram İsveç’e geldikten 2 hafta sonra başladı. İsveç dilini nasıl öğreneceğim ile ilgili arayışlara başlamıştım. Bunun için bir dil kursu aramaya başladım. Yabancılar İçin İsveççeye (SFI) kabul edilmedim çünkü henüz oturumumuz yoktu.
Ancak ABF’nin kursu yeni başlamıştı, ben de oraya kayıt yaptırdım. Haftada bir gün 3 saatlik bir kurstu bu. İlk 2 ay şiddetli baş ağrısıyla döndüm eve. Çünkü eşim dâhil diğer katılımcılar İngilizce bildikleri için hocayı anlamada zorlanmıyorlardı. Ama ben en basit kelimeleri bile anlayamıyordum.
Kütüphanede Türkçe-İsveççe dil bilgisi kitabı olduğunu fark edince onu ödünç alıp evde kendim çalışmaya başladım. O kitabı dikkatli bir şekilde 2,5 ayda bitirdim. Aldığım notları mutfak dolaplarına yapıştırdım. Bu süre zarfında eşimle her akşam çocuklar uyuduktan sonra en az 2,5-3 saat birlikte ders çalıştık. Bu birlikte çalışmalarımız aylarca devam etti ve çok bereketini gördük.
ABF’deki kursta öğrendiklerim ve kitaptan edindiklerimi sürekli tekrar ediyordum. En önemlisi de öğrenmeye başladıklarımı İsveçli dostlarımızla konuşmaya çalışarak pratiğe dökmeye çalışıyordum. Öğrendiğimiz tek kelimeyi bile hemen bir cümle içinde kullanıp İsveçli dostlarla konuşmaya çalışıyorduk.
Yaklaşık 5 ay sonra bulunduğumuz şehre 45 dakika uzaklıkta Folkuniversitet’in düzenlediği başka bir kursa katıldık haftanın 3 günü. Ayrıca pratik dil öğrenme merkezlerine (språk kafé) gitmeye devam ettik. Sanıyorum bir şansımız da etrafımızda Türklerin çok olmamasıydı.
Gündüzleri kurs, akşam språk kafé, haftanın 2-3 günü tanıdığımız İsveçlilerle yürüyüş derken günlerimiz neredeyse hep doluydu. En çok istifade ettiğimiz şey, az da olsa öğrendiklerimizi tekrarlayabileceğimiz, konuşabileceğimiz yerli insanların olmasıydı. Tabii onlar kendiliğinden gelmediler, biz biraz muhabbet ettiğimiz insanları hemen evimize davet ettik, onlara Türk yemekleri ikram ettik.
Sonra onlar da bizi davet etmeye başladılar tabii ki. Doğru düzgün çok cümle kuramasak bile, bir şekilde anlaşmaya çalıştık. Dışarı çıktığımız an kendimizi İsveççe konuşmaya zorluyorduk. Nihayetinde 7 ay sonra biz o şehirden taşınırken artık derdimizi anlatacak kadar İsveççemiz oluşmuştu.
Taşındığımız diğer şehir daha büyüktü, taşınmamızın ikinci günü daha kolileri yerleştirmeden çıkıp kurs arayışına başlamıştık. Birçok yer gezdik ancak hiçbiri kimlik numaramız (personnummer) olmadığı için bizi kabul etmedi.
En son, Folkhögskola (Halk Eğitim Merkezi) olduğunu duyup son çare oraya gittik ve bir mülakata soktular bizi. Sonrasında direk SFI’den başladık ve iki hafta sonra da öğretmenler dil seviyemizin iyi olduğunu anladılar. Bu aşamada Grund’a (ortaokul seviyesi İsveççe) geçtik. Dönemi orada bitirdik ancak yeni dönemde bizi kabul etmeyeceklerini, bir üst sınıfın kontenjanının dolu olduğunu söylediler. Müdüre gidip, tekrar rica etsek de işe yaramadı. Orda ben ağlamaya başladım, evde oturup sadece kararın çıkmasını istemediğimi, dil öğrenmek istediğimi ağlayarak tekrar tekrar söyledim müdüre. Nihayetinde, tekrar kabul edildik ve oradan taşınıncaya kadar SAS-1 (lise seviyesi İsveççe) seviyesini bitirmiş olduk.
Bu arada, oraya dönemlik 1200 kron ücret de ödedim. Çok verimli bir kurs olmamasına rağmen biz konuşmamızı yine İsveçli dostlar edinerek ilerletmeye çalıştık. En çok da bu dostların yardımıyla dilimizi ilerletebildik. Sonrasında taşındığımız yerde ise iş aramaya başlamıştım çünkü ilk reddimizi almıştık, tedirgindik.
Sonrasında iş hayatı tecrübeniz de oldu, biraz da iş hayatından bahseder misiniz?
Diliniz tam değilse, hele de personnummer yoksa iş bulmak gerçekten çok zor ancak imkânsız değilmiş, Ben de tecrübe ederek gördüm. Belediyelerin kapılarını çok aşındırdım, saatlik iş (timvikarie) bulabilmek için çok uğraştım ama olmadı.
İş ilanları (indeed) isimli uygulamada kaç tane iş varsa hepsine başvurdum, yeter ki iş gelsin taşınırım diye düşünüp tüm İsveç’e başvuru yaptım. Sürekli olumsuz mesajlar geldi tabii, öğretmen kimliği (legitimation) olanları işe aldıklarını yazan gönderilerle doldu mail adresim. Ama pes etmeden başvurulara devam ettim. 4-5 tane mülakat görüşmesi (intervju) aldım sonrasında ve bir tanesiyle 1 yıllık sözleşme imzaladık. Nihayetinde bir iş bulmuştum.
İlk 2 ay çok ama çok zorlandım, İsveççe bildiğimi sanıyordum. Kendimi İsveçlilerin içinde bulunca yine baş ağrılarıyla eve dönmeye başladım. Okuldaki tek yabancı öğretmen ben olduğum için ilk zamanlar aşırı zorlandım, ağlayarak gittim eve. Ben ne yaptım, niye iş aradım ki diye çok ağladım. Çünkü o zamana kadar kiminle konuşsam herkes 2 yılda nasıl bu kadar dil öğrendiğimi övüp durmuştu ve ben gerçekten de bu dili iyi öğrendiğimi zannediyordum. Ama birdenbire hayatın içinde hele bir de sizden iş bekleyen bir ortamın içine girince oldukça zorlandım.
Zorlandığım şey, onları anlayamıyor oluşumdu. Herkes hızlı ve gramer kurallarına uymadan konuşuyordu Ama 2 ay sonra kendimi daha rahat hissettim, kaliteli iş arkadaşlarım vardı, anlayışla karşılayıp yardımcı oldular. Bir yıl bittikten sonra herkesle çok güzel bir bağ kurmuştum.
Güzel bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Ne kadar zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım, pes etmeden, olumsuzlukları tebessümle karşılayıp beklemek, bugünlerin vazgeçilmezi diyebilirim. Okuldaki 1 yılın sonunda İsveççemin geliştiğini net olarak görebiliyorum.
Çalışma saatleriniz nasıldı?
Ben tam zamanlı (heltid) çalıştım. Bir şema var, günlük 8,5 saat (yarım saat öğlen arası) olacak şekilde ona uyuluyor. Her günün saati farklı oldu. Pazatesi 8-16.30 salı 06.00-14.30 gibi.
Çocuklarla çalışmanın dil gelişiminize katkısı oldu mu?
Kaç yaş grubuyla çalıştığınız önemli bu konuda. Ben 1-3 yaş arası çocuklarla meşgul oldum ve bu çocukların dil gelişimime pek katkısı olmadı. Çünkü onlar henüz konuşamıyorlar. Ama iş arkadaşları ve velilerle girilen diyalogların ve çocuklarla yapılan muhabbetlerin tabii ki çok etkisi oldu. Büyük yaş grubu çocuklarla çalışmanın tabii ki etkisi daha büyüktür ama İsveç’te ilk kez çalışacaklara küçük yaş grubunu öneririm. Dil tamamen gelişene kadar küçük yaşla çalışmak güzel olur diye düşünüyorum.
Sizin gibi oturum cevabı bekleyen arkadaşlar var kimilerinin bekleme süresi oldukça zorlu geçiyor, siz de yaşadınız. Ne yapılmalı bu sürede dil seviyesini arttırmak için? Pek çok arkadaş SFİ başlayınca dil eğitimlerine başlama planı yapıyor, siz böyle yapmadınız, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Oturum öncesi dönem, özgür olduğunuz ve geniş zamanınızın olduğu bir dönem. Bir sınırlama ya da bir beklenti yok sizden. Sizden beklenen tek şey “beklemek”. O yüzden bu dönem bence çok kıymetli ve değerlendirilebilirse çok verimli olabilecek bir zaman.
Eğer kendi ülkemizde ekstra bir dil öğrenecek olsaydık bu bir ihtiyaç değil, ekstra lüks bir durumdu. Ancak biz artık burada yaşıyorsak İsveççe öğrenmek kesinlikle bir ihtiyaçtır. Bu yüzden de ben “Oturum gelince nasıl olsa SFI’ye gidip dil öğrenirim.” düşüncesini makûl bulmuyorum. Bu bir ihtiyaç, ihtiyacı ötelemek zaman israfı gibi geliyor bana.
Yeni gelen arkadaşlara “Bir an önce dil öğrenmek için neler yapılabilir?”in çabasına düşmesini tavsiye ederim. ABF, Folkhögskola, språk kafé vb. yerler bulup bir taraftan da evde kitaplarla çalışmalarını ve çok önemli olan İsveçli bir iki yaşlı teyze, amca bulup onlarla bolca vakit geçirmelerini tavsiye ederim.
Son olarak, 3 yıllık tecrübelerim bana şunları öğretti. Belki okumak ve istifade etmek isteyen olur diye paylaşmak istiyorum:
– Korkma, korkulacak biri değilsin sen.
– Çekinme denemekten, her şeyi yeni öğrenen bir çocuktan farkın yok, dene ve yanlış yap. Problem değil, doğruysa zaten doğrudur, yanlışsa tecrübe olur sana ikincisi için. Bu tecrübeler parayla satın alınamayacak kadar kıymetli.
– Pes etme olmuyorsa, vakti gelmemiştir daha. Başka yol dene, çalmadığın 100 kapı varsa git onu çal, açılmayan 99 kapıya dönüp de bakma.
– Sürekli olumsuz şeyler duyduğunda tabii ki üzül ama bu üzüntü seni güçlendirsin, pes ettirmesin.
– İnsanlarla iletişim kur, endişe etme, sekiz tanesi soğuk davransa da dokuzuncusu açar kalbini sana. Bir tebessüm et, iki muhabbet et ve sonra onu evine Türk yemekleri tatmaya davet et. Sen yüreğinin kapısını açarsan canlıya, sen kendin mutlu olursun. Dil öğrenirkenki keyfi yakalamaya çalış. Baksana farklı bir dilde bir şeyler söylüyorsun. Çok eğlenceli değil mi!
– Gurur duy ve kendini gerçekten tebrik et, yaptıkların ve yapamadıkların için. Unutma ama eğer suçlu hissedersen yapamadıklarından ötürü, kısır döngüye girmiş olursun. Suçlu hissettikçe yanlışlar silsilesine batarsın. Çamurun içinde debelenmek gibi.
– Düştüysen, problem değil, suçlu değilsin sen, hatalı değilsin. Devam et yoluna, niyetin güzel senin. Sadece doğru insanlarla olmaya dikkat et. Gücünden güç alanla değil, gücüne güç katanla birlikte ol.
Yolumuz, bahtımız açık olsun. İyi yerlerde hayırlı işler yaptırsın Rabbim.
Selamlar…