HEJ İnisiyatif’in bu haftaki konuğu ’’İmamen, Kuppen och Tjänarna” adlı kitabın yazarı, akademisyen Klas Grinell’di. Kendisiyle Hizmet Hareketi ve darbe sonrası yaşanan süreci konuştuk. Hülya Güzel hanımefendi moderatörlüğünde gerçekleşen sohbetimizin yazılı halini sizlerle paylaşıyoruz.
H: Öncelikle davetimizi kabul edip programımıza katıldığınız için çok teşekkür ederiz.
K: Ben teşekkür ederim.
H: Kitap fikri nasıl doğdu, bu kitaba hazırlanırken hangi yöntemleri kullandınız, kimlerle konuştunuz, hangi kaynaklara başvurdunuz?
K: Kitabın ortaya çıkış fikrini şöyle anlatabilirim:
Türk büyükelçisi darbeden birkaç gün sonra SD’ye (İsveç günlük gazetesi) bir tartışma yazısı yazmıştı. O yazısında, “İsveç’i, savunmasız Türk halkına desteğini göstermediği için” eleştirmiş ve ‘bu darbenin arkasında Fethullahçı terör örgütünün/ “Fetö”nün olduğunu’ ileri sürmüştü.
Ertesi gün ben de SD’de bir makale yazarak, barışçıl bir halk hareketini suçlamanın doğru olmadığını ancak bu kadar çok insanın ölmesinin korkunç olduğunu ve bunu da kabul etmenin mümkün olmadığını söyledim.
Ve daha sonra Celanders yayınevinden beni aramışlardı. Muhtemelen o makelemi onlar da okumuşlar ve ilgilerini çekmiş. Daha önceleri başka bir yayınevinde yayınlamış olan “İslam ve Ben” isimli kitabımı kendilerinin tekrar basıp basamayacaklarını sormuşlardı.
Fakat düşündüm ve tekrar basımının şu aşamada uygun olmadığına karar verdim, çünkü o kitap 2011’de yayınlanmıştı. Ve 2011-2016 yılları arasında Hizmet’in dünyaya yayılmasıyla ve Türkiye’deki durumla o kadar çok şey yaşanmıştı ki durum bambaşka bir hal almıştı. Hatta 2011’de Zaman isimli günlük gazetede AKP’ye yönelik eleştiriler başlamıştı. Dolayısıyla da AKP ile Hizmet arasında ayrışmalar belirginleşmişti. Dolayısıyla ben de bunu yapamayacağımızı anladım.
Tuhaf olacaktı. Bu yüzden bu alanda yeni baştan bir şeyler yapmak zorunda kaldım. Bu kitabın giriş kısmında Gülen’i anlatırken yeni baştan yazmamış ve eski yazdıklarımı aynen oraya aktarmıştım. Darbede neler olup olmadığını anlamak için o ara Twitter’ı takip etmiştim. Gerçekte de tek haber kaynağı orasıydı! Şunu da ekleyelim ki Alman medyası; hem İngiliz hem İsveç ve hem de Türk medyasından çok daha iyiydi.
Orada faydalanabileceğim bazı Türkçe sayfalar vardı ama yine de -gerçekte ne olduğunu tam olarak anlayabilmem için- Twitter’deki detayları adeta bir puzzle gibi bir araya getirmem gerekiyordu.
H: Buradaki dinleyicilerden gelen sorularla araya girebilir miyim?
K: Kesinlikle
H: Hazırladığım başka sorularım da var. Bir tanesi: Hizmet, önceki yaşananlarla ilgili nasıl bir özeleştiri yapmalı? Ahmet Şık, Adil Öksüz meselelerindeki gibi.
Gelen bir soru: Kimler özeleştiri yapmalı; Fethullah Gülen mi, bütün Hareket mensuplar mı? Gülen’i ve Hizmet’i eleştiren çok kişi var. Bu durum Hizmet için bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı? Hizmet üyeleri bu eleştirilere nasıl tepki vermeli? Sizin düşüncelerinizi merak ediyorum.
Oldukça uzun bir soruydu ama iyi bir soruydu, bu yüzden sormak istedim.
K: Evet, güzel bir soruymuş. Tabii ki bence de bir şekilde özeleştiri yapmak lazım. Benim favorim olan ve Gülen’den kendi adıma önem verdiğim ve sufi konularla ilgili kaleme alınmış olan ”Kalbin Zümrüt Tepeleri” var.
Tefekkür kavramı Kuran’da sürekli bahsi geçen bir kavramdır ve düşünenler için işaretler vardır. Tefekkür etmeden/ kendimizi eleştirmeden iyi insan olamayacağımız. Örneğin, yaptığımız şeyler doğru muydu gibi. İslam geleneğinde çok güzel ve sürekliliği olan namaz gibi bir ibadet vardır. Orada sürekli olarak “Doğru yolda mıyım?” diye seni düşündüren bir ifade geçmektedir. Ve doğal olarak da kendine sonuçlar çıkarıp ona göre hareket etmek gerekir.
Bununla birlikte tabii ki nerede olduğun önemli fakat bu kitabı da yazarken dünyanın değişik ülkelerinden değişik organizasyonlarda Hizmet’e bağlı kişilerle görüştüm ve acaba kaçırdığım bir şey var mıydı, eleştirel olmadım mı, benim görmediğim bir şeyler mi vardı da insanlar bunu iddia ediyorlardı.
Eleştirenler, “Gülen aslında başka bir şey demek istiyor. Barış üzerine elli kitap yazdı ama barış sevmiyor.” diyor. Sadece bu düşünce bile çok saçma! Tüm hayatınızı iyiliğe adayacaksınız da kendinizi ne zaman ifşa edecektiniz ki! Neticede şu karara vardım: Hayır, böyle bir komplo yok ve Hizmet’in genelinde iktidarı ele geçirmek gibi bir niyet yok. Ama bazı insanlar iktidar/güç etrafında döndüler. 2010’lu yıllarda diyelim (2007, 2008, 2009 ve 2010). Ha bu AKP’nin hesabına mı yoksa Hizmet’in hesabına mıydı bilmiyorum.
Aynı zamanda darbeye doğru, eleştirel olabildik mi, sevmediğimiz şeyleri gördüysek yeterince açık olduk mu? Belki bazı “abiler” çok fazla güç kazandı ve bunu kötüye kullandı. İnsanlar zayıftır ve de kalabalığın olduğu yerde, illa ki içlerinde -kötü niyetten ya da bilgisizlikten- kötü karar vermiş olanlar bulunabilir. Sebep ne olursa olsun, olmaması gereken şeylerdi bunlar. Burada dinleyenlerden hiçbirisinin de Adil Öksüz hakkında diyecek pek bir şeyi yoktur diye düşünüyorum. Onu tanımıyordur ve onun nerede olduğunu da bilmiyordur.
Hareket, global olarak da çok hızlı büyüdü. Bu, beraberinde sorunları getirdi. Ve chat bölümünde başka bir soru gördüm, “Bu halen bir Hareket mi yoksa başka bir şey mi?” diye. Hala bir Hareket olarak algılıyorum.
Sanırım tanıştığım herkes birbiriyle farklı şekillerde tanışıyorlardı. Bu insanlar birbirleriyle irtibattaydılar ama tabii ki o kadar açık bir üst kontrollü değildi. Aynı zamanda kendilerini Hizmet’in bir parçası olarak da görüyorlar. Ancak yine de başkalarının başka ülkelerde yaptıklarından sorumlu tutulamaz.
H: Daha önce Fetö’den bahsetmiştiniz. Hizmet hareketine yönelik suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan Rejimi tarafından terör örgütü(!) olarak tanımlandı ve bununla bağlantılı olarak yüz binlerce kişi tutuklandı, işkence gördü. Tam da bu nedenle, geçenlerde bir tanıdığıma sorduğumu size de soracağım.
Şu anda Türkiye hapishanelerinde yüzbinlerce tutuklu, işkence gören var. Yurt dışına çıkmak zorunda olan kimseler var. Sahip olduğu her şeyini, bütün birikimlerini kaybetti yüzbinlerce insan. Eşim de işini kaybedenlerden biri.
Peki terör örgütü iddialarına gelince, bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
K: Yani, yüzbinlerce insana karşı muazzam bir suistimal var. Sadece doğrudan tutuklanan veya kovulan yüzbinler… Ancak uzun vadede -sizin de söylediğiniz gibi- tamamen temelsiz bir terör suçlamasıyla çok büyük zarar görmüş ve işkenceye maruz kalmış milyonlarca insan var. Buna rağmen terör örgütüne dair hiçbir kanıt yok.
Söylediğim gibi, o çalışanlardan Gülen’den daha fazla irtibatta olan Erdoğan idi belki de. Gülen ile hiç bir irtibatları yoktu- Hizmet’ten de olsalar- Yani şunu söyleyebilirim ki, Hareketi suçlayabilecek en kötü şey, belki de hareketin içinden bazi insanların 2013’teki yolsuzluk iddiaları etrafında yasadışı telefon dinlemesine katılmaları. Ya da bazı askerler, Kemalistler ile birlikte -acımasız bir zulme maruz kaldıkları için- bir darbe planlamış olabilirler. Bu şahıslar belki yasadışı dinlemeleri desteklemiş olabilirler. “Bu iyi bir sebepten dolayı yapılıyor” diye düşündükleri için. Ama silah ya da şiddete çağrı gibi bir şey bulunamadı bu insanlarda. Bazı gazeteciler kötü muamele gördüler Hareket hakkında yazı yazdıkları için.
H: Başka bir soru:
Türkiye’de eğer devlet memuru, polis, asker ya da hakimseniz Gülen Hareketi gibi bir gruba mensup olmak büyük bir problem olabiliyor. Bu durum İsveç’te nasıl, İsveç’te de bu bir problem mi?
Siz de şeffafiyetten bahsettiniz, yani biz çalışanlar için. Ben bir öğretmenim ve işyerimde hiçbir harekete bağlı olduğumdan bahsetmedim. Çünkü iş arkadaşlarımla oturup politika ya da din hakkında konuşmuyoruz.
Peki sizce bir harekete mensup olduğunu söylemek İsveç’te bir problem midir?
K: Hayır. Bu yasallaştırılmış bir haktır. İş hayatına karıştırmadığın, işinde işini yaptığın sürece boş vakitlerinde istediğin politik partide, kilisede, spor derneğinde yani istediğin herhangi bir yerde aktif olabilirsin. Ayrıca işverenini, İsveç yasalarını eleştirebilirsin. Bu yasallaştırılmış bir haktır. Bence eğer kişi açık bir şekilde konuşmuyorsa risk daha fazladır. Çünkü o zaman insanlar neden bir şey saklıyorsunuz diye merak eder.
H: Belki de açık konuşamamak ülkemizdeki kültürden kaynaklanıyordur. Şimdi başka soru geliyor. Aslında ben kendimde bir sürü soru hazırlamıştım ama dinleyenlerin sorularını alıyorum.
Gülen Hareketi hakkında çok bilginiz var. Nasıl başladığını, nerede başladığını, baştaki amacını biliyorsunuz. O zamandan bu yana hareketin amacında ve Hocaefendi’nin konuşmalarında bir farklılık görüyor musunuz?
Aslında bu soruyu en son kısımda almayı düşünmüştüm ama yine de biraz buradan başlayabiliriz. Kitabınızda Gülen’in yurtdışına çok uzun süre önce gittiğini ve bu yüzden demokratik bir çizgide geliştiğinden-değiştiğinden- bahsetmişsin. Ve ayrıca Türkiye’de kalanların daha muhafazakar olduğunu ifade ediyorsun. Tam bu noktada Gülen’i daha çok reformcu olarak tanımlıyorsun. Peki senin yurtdışındaki, Isveçte’ki ya da dünyanın her bir yerindekiler için önerilerin neler olur? Kendini entegre edebilmek ve o reformcu çizgiye tıpkı Gülen gibi gelebilmek için neler yapılmalı?
K: Sadece yurtdışına çıktığı için Gülen’in böyle olduğunu düşünmüyorum. Artan bir şekilde, adım adım, yavaş ama dikkatli bir şekilde değiştiği söylenebilir. Bu bir bakıma geleneksel bir yöntem. Kişi kendisinin nerede ve nasıl olduğundan başlayarak kendini öğüt verdiği insanlara yönlendirmeli ve verdiği öğütler de uyulması mümkün olmalı. Bu da onun daha hırslı düşüncelere sahip olduğu anlamına gelebilir. Ama direkt olarak neyin en iyisi olduğunu söyleyen bazı din adamları halkı strese sokabiliyor ve halk söylenenlerin çok radikal ve yeni olduğunu düşünüyor. Onlardan farklı olarak Gülen’in adım adım gitme yeteneği var ve o, 1960’lardan günümüze toplumun gelişimiyle değişen sorunları takip edebiliyor. Elbette global olmak bir şekilde problem olabilir. Çünkü dünyanın farklı ülkelerindeki insanların hepsine uyacak bir şekilde seslenmek zor olabilir. Bu da onun, yasaların daha liberal yürürlükte olduğu batı ülkelerinden insanlarla tanıştığı anlamına gelir. Kadın-erkek, eşcinsellik gibi ilişkiler hakkında liberal sorunlarla karşılaşmıştır. Bu yüzden onun bu tarafının Türkiye’den gelen geleneksel tarafına ağır bastığını düşünüyorum. Bunda güzel olan şey ise kişinin nerede olduğuna ve kendisinin geleneklerden nasıl ilham alacağına kafa yormasıdır. Ve Gülenin bunu başarabildiği bir adımda olduğunu söyleyebiliriz.
Örnek olarak hijyen hakkında Hz. Muhammed’den bir hadis var: Kişi dişlerini temiz tutmalı, misvak kullanmalı- özel bir ağaçtan temizleme özelliği olan bir çubuk-
Salafistler ve vasabistler yani gelenekselciler diyor ki; peygamber misvak kullanmamızı söyledi bu yüzden misvak kullanmalıyız.
Daha ilerici bakışla farklı düşünenler hadisten anlatılması gerekeni düşünür. Tabii söylenmek istenen hijyen ve ağız sağlığıdır. Artık diş macunu ve dişle alakalı çok ürün var. Belki onlarla biz amaca daha iyi ulaşırız.
H: Gülen Hareketi’ni bu yalancı darbenin neresinde görüyorsun?
K: Hareket’i yalancı darbenin bir yerinde görmüyorum. Hareket işin içinde ve Hareket’le alakalı söylenenler doğru olsaydı o zaman bütün işlerinden atılan Hareket’e bağlı polislerin de bu işin içinde olduğu anlamına gelirdi. Onlar bir darbeyi çok güzel gerçekleştirebilirlerdi. Ama sadece bir polis bulundu, Hizmet bağlantısıyla suçlandı ve işinden atıldı. Hizmet’le militer düşüncesinden dolayı. Ama başka kimse bulunamadı. Bu yüzden, bir bağlantı görmüyorum. Hareket darbe girişiminin bir parçası değildi. Bazı Hizmet’le bağlantılı askeri çalışanlar parçası olabilir ama bununla da alakalı bir kanıt yok. Ama ben bu konuyu benden daha iyi bilen birkaç kişiyle konuştum ve onlar böyle olabileceğine iknalardı ve onlara güveniyorum. Ama tabii ki ayrı tutmak önemli. Onlar bireylerdi ve belki Hareket’le bağlarını kesmişlerdi. Unutmamak gerekir ki çok güçlü bir hapsedilme ve işten atılma tehdidinin altındalardı. Temizlenecek listeler vardı. Belki de çoktan 6000 kişiyi darbeden önce temizlemişlerdi. Yani aslında onlar çok meydana çıkmış durumdalardı. Yani sadece onların darbeyle ilişki olduğunu söyleyemeyiz. Bence daha fazla kişi vardı. Erdoğan’ın arkasında olduğunu düşünmüyorm. Bence Erdoğan, Hakan Fidan’la arasındaki konuşmada darbe olacağını ifşa etti ve insanları bunun üzerinden kandırmayı başardı. Şimdilerde çok güçlü bir pozisyonda olan Vatan Partisi ve Doğu Perinçek grubunun o dönemde bulunduğu konum garip ve önemli.
H: Bu zamanda tanıştığın Hizmet üyelerinden aldığın izlenim nelerdir?
K: Onlarda çoğu insan gibi insanlar. Büyük çoğunlukla erkeklerle tanıştım. Bunun biraz üzücü olduğunu düşünüyorum. Oldukça erkek egemenliği olan bir çevreydi. Sadece Türkiye’de değil, birçok genç kız da aslında Hizmet’te bir yere sahip. Onun dışında bazılarıyla olduça iyi arkadaşım. Diğerleri de zaten normal halktan insanlar. Önceden çok onaylamadığım, belki onların yerinde olsam yapmayacağım şey ise politikacılarla fazla zaman geçirmemek olurdu. 2007-2012 arası onlar siyasetçilerle vakit geçirmekten ve Türk liderlerini İsveç ya da İngiltere gibi ülke parlemontörleriyle tanıştırmaktan biraz fazla mutluydular. Bence bu bir hataydı. Bu, o zamandan kötüydü ve belki de daha açık olmalıydık bununla. Politik bir duruşla işimizin olmadığını söyleyip sonrasında politikanın çok yakınına böyle gelemeyiz. Zaman, AKP hakkında eleştirel yazmaya başladığında, başka bir politik duruş mu izlemek gerektiği anlaşılamadı. Evet söylediğim gibi bazıları biraz fazla yakındı. Ama genel anlamda çoğu hoş, güvenilir insanlar.
H: Diğer bir soru ise:
Gülen Hareketi’nin Türkiye’de pek bir geleceği kalmadı denebilir. Bu benim düşüncem. İmkanı olan yurtdışına kaçtı ve çoğunluk Batı ülkelerini seçti. Avrupa ve Amerika’yı seçenlerde pek bir problem görülmedi ama diğer kıtalara gidenler kaçırılma tehlikesiyle karşılaştılar. Örneğin, Asya gibi. O yüzden Batı ülkelerinin seçilmesi zorunlu bir seçenek oldu.
Batı’da Hareket’in geleceğini nasıl görüyorsun, Hareket daha sağlıklı gelişmek ve yaşadıkları baskıyı gelecekte tekrardan yaşamamak için nelere dikkat etmeli ve hangi stratejileri kullanmalı?
K: Tabii bu biraz farklı ülkelerin ve hangi koşulların orada değişmeyi oluşturacağı ile alakalıdır. İnsanın doğduğu yere sıkı tutunması doğal olarak çok önemli. Bunun içine dini bir atmosferde birbirleriyle konuşmak, sohbet edebilmek de girer. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Sonra da dedikleri gibi hizmet etmek, toplumun ve insanların hizmetinde olmak. Bu yüzden her zaman kendininkini başlatmak yerine belki başka derneklere de dahil olunabilir. Bunun da iyi olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde sürekli Türklerle olmak yerine dışarıyla entegre olmak ve başkalarıyla da Islam’ın benzer yorumlamalarını takip etmek ilham verici olabilir. Çünkü hayatta her zaman aynı daire içinde kalmak ve Hareket’in farklı kollarının içinde olmak yeterli olmaz. Aynı zamanda diğer insanlarla ve tabii ki de diğer müslüman ülkelerden gelenlerle de bir araya gelmek hem toplum hem bireyin gelişmesi için çok önemlidir.
H: Isveç ve diğer ülkelerde Hareket için nasıl bir gelecek tahmin ediyorsun? Asimilasyon ya da entegrasyon adına.
K: Neden insan Hareket’le beraber olmak ister, hareketin içinde olmak neyi ifade eder ve Fethullah Gülen’den ilham almak ne demektir, Türkçe dilli olmak ne demektir? Bu bırakılmaması gereken bir boyuttur. Entegrasyon, kendi dilinden, dininden, kültüründen, aşureyi kutlamaktan vazgeçmek demek değildir. Elbette bunları insan elinde tutmalı ve insanlarla beraber yapmalı. Yani burada kültürel bir boyut var. Başkalarıyla da iletişim halinde olmanın iyi olacağını düşünüyorum. Belki kiliselerle ve iş dünyasıyla.
Kişi kendisi gibi olmayı bıraktığında onun dürüst ve açık bir tefekküre sahip olması zor olur. Yani nereye gittiğimizi değerlendirmek ve topluma ayak uydurmak gibi. Bence sadece bir komunitede çok fazla aktif olma güçsüzlük göstergesi.
H: Politikaya karışmanın neden problematik olduğunu düşünüyorsunuz?
K: Bu kişinin politikayla ne demek istediğine bağlı. Ben toplumu iyileştirmek isteğine normalde politika derim. Mecliste, belediyede güce sahip olmak için politik bir partide olmaya gerek yok. Kişi kendi çıkarı ve toplum için en iyisi olduğuna inandığı şeyi yapmalı. Ve politik olmak ve politik çıkara sahip olmak ne demektir iyi anlamalı.
Sonra, Isveç’in Islamofobik olması -insanların, hepsi değil- müslümanlara karşı farklı şekillerde endişeli olması bir problem. Müslüman olarak biri ben toplumu değiştirmek istiyorum derse farklı yollardan eleştiri alacaktır. Şeriatı ve diğer şeyleri getirmek istediğiyle alakalı yanlış algılanacaktır. Toplumu iyileştirmek isteyenin politik olduğunu öğrenmemiz gerekir. Ben şahsen daha müslüman bir toplum isterim Isveç Demokratları’nın olduğu toplumda. Çünkü bazı Islam yorumlamalarında çok daha fazla demoktratik ideallerin olduğunu düşünüyorum. Aynı şekide Hrıstiyan toplumu için isteğimde, hangi tür Hrıstiyanlık olduğuna bağlı.
H: Entegrasyon bizim her gün mücadele ettiğimiz bir şey. Senin de dediğin gibi, müslüman mısın yoksa terörist mi sorusu. El Kaide gibi seyler… İnsan o bakışları alıyor. Ama ben her zaman müslümanlığın Isveç kültüründe normalize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hristiyanlığın burada çok normal olması gibi. Kendimizi geri çekmeden, kendimizi göstererek, toplumun bir parçası olarak bizler daha normal bir hale geleceğiz. İnsanlar örtülü bir kadını, müslüman bir adamı görmeye alışacaklar. Ama entegre olmuş ve huzurlu bir şekilde.
K: Bunun iyi olduğunu düşünüyorum. Bazı öğrencilerimi Gülenist olduklarını söylemeleri için cesaretlendirdim. Çünkü o zaman İsveçliler bir tür ideolojiyi, yorumlamayı öğrendiğinizi anlar. Ve o zaman da Gülen’in ne dediğinden bahsedebilirsiniz. O diyor ki, bir müslüman terörist olamaz. O diyor ki Kur’an’da en önemli yerlerden biri, bir insanı öldürmenin bütün bir insanlığı öldürmek gibi olduğu. Ve sonrasında Islam’la kötü şeyler yapan herkesin sorumluluğunu alamayacağımız.
H: En iyi şekilde topluma hizmet etmek ve değerlerimizle fayda sağlayabilmek için burada Isveç’te bulunan Hizmet insanlarına ne önerirsin?
K: Bu soruya birçok yönden cevap verilebilir. Kendini eğitmek için doğru olanı yapmak gerekir. Örneğin, doktorluk gibi topluma hizmet eden bir mesleğe sahip olmak. Bu, lokal toplumun içine girebilmek için güzel bir yol ve aynı zamanda iletişimsel anlamda güvenilir biri olduğunuzu gösterir. Devletten yardım almamak da insanları etkileyen başka bir husus. Biz kendi gücümüzü kendimiz topluyoruz; toplumdan almak değil topluma vermek istiyoruz. Bu tür şeyler hem topluma hem de biz hepimize ilham verir. Iyi bir insan olmanın ve topluma hizmet etmenin Isveç iş hareketlerine ve sosyal devlet anlayışına uyduğunu düşünüyorum. Bu şekilde insanın evdeymiş gibi hissedeceğini düşünüyorum. İsveç dernekleşmesi eski bir gelenektir ve iyi şeyler yapmak için dernekler kurulabilir. Böylece sizleri daha fazla Isveçliler tanıyacaktır.
H: Bu Hareket’i bütün dinlerin ve toplumun barış içerisinde yaşama idealinden dolayı sevdim. Hareketin böyle bir amacı olması hakkında ne düşünüyorsun.
K: Açıkça söylemem gerekirse benim tanıştığım çoğu insanlar bu Hizmet’in önde gelenlerindendi. Ama dediğim gibi Türkiye’de çok sayıda okul açılınca ve o kadar da büyük olunca, bu okullar elit okul gibi oldu. Oradan mezun olunca iyi bir iş bulabiliyordun. Bu yüzden birçok insan hareketin içine girdi. Belki kendi başarısını toplumun başarısından önemli gören insanlar da. Ama bu elbette başarının getirdiği bir bedeldi. Ama tabii ki de tanıştığım insanların kendi boş zamanlarında topluma hizmet etmelerinden etkilendim. Ayrıca Abant Platformlarından bahsetmek istiyorum. Çok muhteşem bir insiyatifti. Türkiye’nin önde gelen entellektüellerini toplayıp tartışma yapmak güzel bir düşünce. Açık bir örnek olduğunu düşünüyorum- tam tarihi hatırlayamıyorum şimdi ama- 2008 2009 gibi onların daha az özgür olmaya başladıklarını görebiliyoruz. Daha az kritik ve daha az diğer taraflardan açık konuştuklarını ve daha fazla devlet sever şekilde konuştuklarını gördük. Buradan görebiliyoruz ki kendi seslerini ve özerkliklerini daha fazla kişiye ulaşabilmek için kaybettiklerini görüyoruz. Bu da anlaşılabilir. Çünkü kendi iyi hedeflerine ulaşmak için yaptılar ama aynı zamanda rejimin ağına takıldılar. O zaman rejime güvenilebileceği düşünülüyordu ama sonra güvenmediler çünkü AKP taraf değiştirdi.
Hej Initiativet Youtube: |
https://www.youtube.com/watch?v=FXd94s1nu1E&t=1147s&ab_channel=hejinitiativet |